24 Ocak 2011 Pazartesi

. . .

kader ne kadar da çaresiz olacaklar karşısında...
bentler çeksen de sızacak bir delik buluyor sonuçta...

ve kader kader kader...
dur dersen yakar geçer...
geç dersen durur kalır ömrün ortasında....

...

karanlık her zaman boğmaz insanı...
aydınlığın yanında karanlık'lar da olmalı...
ve yalnızlık değildir yalnız bırakan insanı...
o yalnızlığın içinde yalnızlığını anlayacak biri olmalı...

yüreği kör sevgiliye...

uykusuz saatlerde geçen uykulu geceler...
aynalarda yüzümü göresim kalmamış oysa ki....
o yüz ki bir bir hüznü heceler...
bakasım yok kendimle ilgili cümlelere ve öznelere...
ve bir kaldırım taşından farkım yok;
basıp geçen onca aynak izinin diplerinde...

bir nazire daha

 
biraz önce saydım....
yedi çift ayakkabım var...
ama ben nereye gideceğimi bilmiyorum....
yaşam saklamaz içinde, ölüm istemez beni sessizliğimle...
bir boşluk olsa...
kimse bilmese... kimse görmese....

gönüle sitem

gönülll gönüllll... ne etin, ne eyledin bizi...
tutttun yakamızdan biçare ettin bizi...
diyar-i virana mihman eyledin bizi...
ve ey gönül vay gönül vay vay gönül....
güldüreceğin yerde derde meftun ettin bizi...

bir itiraf...

ne kadar inat etsen de sevgili...
ben sende siliyorum geçmişimi
unutuyorum yürümeyi, gülmeyi
ve bilmiyorum,
nereden gelip nereye gittiğimi...


ne kadar inat etsen de sevgili...
ben sende buluyorum geleceğimi
hissediyorum aydınlık günleri ve güneşini
ve biliyorum,
yelkovanla akrep arasındaki savaşın
bir gün sona ereceğini...

ne kadar inat etsen de sevgili...
yüreğim , yüreğini çok sevdi...

nazire

sessizliğin karanlığım oluyor
üşüyorum...
gözlerini arıyorum gecemde
ısınıyorum sözlerinle
sonra tan vuruyor
sürgüler çekiliyor dilime...
susuyorum...
ve o an yokluğun geliyor aklıma
felaketim oluyor
ölüyorum...

iştirak-ı yalan

herkes yuvasına çekilmiş;
korkuyorlar bulutlanan yüreğimin şimşeklerinden...
oysa onlar öyle çaresiz ki!!!
ne yapabilir bir başkasına;
kendini bile ıslatamazken....


yüreğinin kapalı kapıları gardında
bir umut bekliyor gözlerim
inanmak istiyor yalanların ardında...
kendisi bile inanmazken...

geçen onca günün ardından...

iklimler sunuyorum sana sevgili...
iklimler...
çeşit çeşit çiçekler...
ve yaş değmemiş hüzünler...

karanlıklar sunuyorum sana sevgili...
karanlıklar...
ıpıssız, ince uzun yollar...

bu tezatlıkların arasında
sevdamı sunuyorum sana sevgili...
sevdamı...
razıysan bu dil-i şeydaya
öyleyse hoş geldin
bu sen kokan sevdaya...

feryad u figan...

sıla mı gurbet mi bu yalnızlığım...
yokluğunun varlığıyla yok olmakta varlığım...
ey kimsesizler kimsesi!!!
feryatlarım dağları aştı bir o yare ulaşamadı
bu sevdalık çoktan dile düştü de
bir o yarin gönlüne düşemedi...
ibrahimin bedenini yakan ateşin
züleyhanın içini yakan ateşin
pervanenin canını yakan ateşin aşkına...
ya o ateşlere at beni
ya da bitsin bu ayrılığım...
dilimin gücü yok...
sözcüklerimin takatı...
nefesim tükeniyor
o yarin yüreği neden bu kadar katı...
ey onu içime düşüren asıl sevgili!
onun içinde de bir ben kalsın
öyle bir ben ki
içini benden öte beni sevmek yaksın...

6 Ocak 2011 Perşembe

boşluğa yazılan birkaç "kırık" satır...

ey hayat!
sanadır tüm sitemler, öfkeler, kavgalar...
ve sanadır;
yaşanan tüm yalnızlıklar....
büyüttün bizi, bir marifetmiş gibi

sadece anneyi bilen gözlerimize dünyayı sığdırdın
bizi kendimizle tanıştırman yetmeyecekmiş gibi...



ey hayat!
bir karar ver artık...
seviyormuş gibi oyalama bizi...
biz ki kullanılmış sevgilerden kalan artık...
sen de buruşturup atma bizi...



ey hayat!
biz senin pervaneniz
yanarız ama yine senden vazgeçmeyiz....
şem ol yak bizi razıyız...
yeter ki aydınlat artık şu karanlık gönüllerimizi...