GEVHERİ HAYATI SANATI VE ESERLERİ
Merve KAYA
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü
Özet
17. yüzyıl halk şairlerinden olan Gevheri’nin hayatı ve sanatı üzerine yapılan bu çalışmada; Gevheri’nin adının aslı, doğum yeri, sanat anlayışı, eserleri ve bu konuda yapılan araştırmalar incelenmiştir. Ayrıca yukarıda adı geçen maddelerin her biri kendi içinde diğer alt başlıklarla açıklanmaya çalışılmıştır. Bu çalışmada Gevheri ile ilgili birçok bilgi bulunabilir.
Anahtar kelimeler: Halk şairliği, Aşk, Şiir, Edebiyat
Abstract
In this study on 17th century ministrel Gevheri’s life and art, We have studied Gevheri’s Works, sense of art, birthplace and roots of his name and studies on this topic. In addition we have tried to explain the items above by dividing them into subheads. You can find a lot of knowledge about Gevheri in this study.
Anahtar kelimeler: Ministrel, Love, Poetry, Literature
GEVHERİ HAYATI, SANATI VE ESERLERİ
1. HAYATI
1.1 DOĞUM VE ÖLÜM YILI
Fuad Köprülüye göre ; XVII. yüzyılın ikinci yarısında şöhret kazanan Gevheri’nin aynı yüzyılın ilk yarısının sonlarına doğru yani ikinci çeyreğinde dünyaya geldiği kanaati yaygındır. Ancak Mehmet Şakir yayımladığı Gevheri’ye ait bir şiirden hareketle onun saz şairi Kâtîbî ile çağdaş olduğunu ve bu sebeple aynı yüzyılın ilk çeyreğinde doğmuş olabileceğini belirtmekte, Hikmet Dizdaroğlu ise daha geç bir tarihte doğduğunu söylemektedir. M. Şakir Ülkütaşır’ın bahsettiği bu şair; Evliyâ Çelebi’nin saz çalışını övdüğü, IV. Murat’ın Bağdat seferine mehdiye yazan ve (1048-1638) lerde şöhreti yayılmış mağrur şairlerden biridir. Yine bu asırda kaleme alınmış (1650) Ali Ufki’nin Mecmua-i Saz ü Söz ‘ünde şiirleri görülen Kuloğlu Mustafa ile Divan Edebiyatçıları arasında eserlerine yer verilen Gevheri onun talebeleri, takipçileridir. Yayımladığı şiirde Kâtîbî’yi ululamakta düşmanlarının aralarını açtığını söylemekte, hatası varsa afv etmesini dilemekte ve kendisinde kulu Gevheri için cevap beklemekte olduğunu yazmaktadır. Bu sebeple Fuad Köprülü’nün aksine ilk çeyreğinde doğması muhtemeldir. Bu tahmini kuvvetlendiren ikinci madde ise F. Köprülü’nün Temeşvarlı İbrahim Naimeddin’in Hadikatü’ş-şuhedâ’sından nakl ettiği malzemeye dayanmaktadır. İ. Naimeddin, III. Mehmed (1593-1603) devrinde Vezir-i a’zam Dâmad İbrahim Paşa zamanında (1005-1595) feth edilen Egri kal’ası’nın (bazı kaynaklara göre Ağrı kalesi diye geçer) muhafızlığına getirilen İbrahim Aga’nın ikinci göbekten torunudur. Budin’in 137 km kuzeydoğusunda Eger suyunun üstündeki bu mühim kal’anın muhafızlığını babası gibi cesaret ve kahramanlığı ile ün salan oğlu Ahmet Aga da yapmıştır. İşte İbrahim Naimeddin’in dedesi olan zatın hudut boylarındaki savaşlar sırasında şehadet haberi duyulunca, orada olduğu anlaşılan Gevheri bir mersiye yazmıştır. Yazar eserinde “… Meşhur Gevheri şair ol esnada Egre’de bulunup bâlâ-yı risâlede yazılan mersiyesini nazm eylemiştir.” Cümlelerini nakl eder. Bu kayda göre Gevheri şiirini, (1157/1744- 45) tarihinde yazılan eserden önceki zamanda, kat’i olarak hangi memuriyetle, kimin emrinde bulunduğunu bilmediğimiz bir devirde Rumeli’de hudut boylarında kaleme almıştır. İbrahim Naimeddin’in eserini yazdığı tarihte Gevheri’nin hayatta olması imkanı yoktur. İ. Naimeddin’in dedesini şehadeti- tahminen iki nesil düşünülerek hesaplanırsa- (80-100) yıl önce olması icap eder. Buna göre Gevheri’nin yukarıda adı geçen mersiyesini (1630-1650)lerde yazmış olmasını kabul etmek lâzımdır. Hadikatü’ş şühedâ yazarını ifadesine göre Gevheri o yıllarda şöhrete ulaşmış bir şâirdir. Asrın ortalarındaki mecmualarda şiirleri görülen şâirin Kâtîbi’den 5-10 yıl sonra doğmuş olabileceği tahmin edilebilir. P.N.Boratav’a göre de 17. Yüzyılın ilk yarısında doğduğu kesindir. Ölüm tarihi konusunda ise görüşler hemen hemen ortaktır. Son yıllarına ait bir manzume, M. Zeki tarafından bulunmuş ve Kervan dergisinde yayınlanmıştır. Fuad Köprülü, M. Zeki’nin yayınladığını kitabına almış ve şairin (1127-1715-1716) de hayatta bulunduğunu göstermiştir. Tarihi tesbit eden dörtlük şudur:
“Der Gevheri her dem gönlümüz fârig
Dünya bir gölgelik harblere lâyık
Bin yüz yirmi yedi üstüne tarih
Gider serimizden bu bir dumandır”
Hikmet Dizdaroğlu da aynı manzumeyi rastladığı bir cönkten nakl ederek yayınladı. Ve orda geçen dörtlüğe göre de:
“Gevheri o yere olmuştur farig
Gönül bezirgandır dilber meterik
Sene bin yüz elli yazıldı tarih
Sanmayın kalmıyor bu bir dumandır”
Bu manzumede ise (1150-1737) tarihine bakarak şairin bu tarihten sonra öldüğünü zikretmektedir. Fuad Köprülü’nün yanıldığını söyler. Şükrü Elçin’e göre Hikmet Dizdaroğlu’nun manzumesi müstensihin hatasıdır. Ve mübalağadır. Başka kaynaklarda ise bir koşmasında 1127 tarihini zikretmesinden ise onun hiç olmazsa bu tarihe kadar hayatta olduğu görülmektedir. Çok genç öldüğünü söyleyenler dışında yaşlı bir şekilde öldüğünü söyleyenler de vardır: “Ağardı sakalım büküldü belim”
Dizelerine bakılırsa geç öldüğü kuvvetli bir ihtimaldir. Bazı araştırmacılara göre Gevheri yüzü aşkın bir yaşta vefat etmiştir. Şairin Üçüncü Ahmed döneminde öldüğü kesin olarak kabul edilebilir. Ölüm yılı hususunda da belirli bir tarihi olmayan Gevheri büyük bir ihtimalle 18. Yüzyılın başlarına doğru yani 17. Yüzyılın son çeyreğinde yaşlı bir şekilde ölmüştür.
1.2. DOĞUM YERİ
Bu konu ile birçok görüş vardır. M.Fuad Köprülü Kırım Hanı Selim Giray’a yazdığı bir methiyeden dolayı Kırımlı olduğunu söylerken; Şükrü Elçin bu gayet normaldir tüm şairler methiye yazar Gevheri İstanbulludur der. Saim Sakaoğlu da İstanbullu olması büyük bir ihtimaldir der. Birçok yerde Kırımlı, İstanbullu ya da devşirme olduğu yolunda tahminler vardır. Bazı kaynaklara göre kesinlikle İstanbulludur. Şükrü Elçin’e göre onun İstanbul’da yaşadığını ve memuriyetle gittiği eski vilayetlerimizde İstanbul’a duyduğu hasreti gösteren deliller vardır. Sonuç itibariyle diğer bölümlerde de değineceğimiz üzere ve birçok araştırmacının da hem fikir olduğu yer şüphesiz İstanbul’dur. Geride kalan ve ismi zikredilenler ya görev itibariyle gittiği yerler ya da muhtemel bir diğer Gevheri olasılığıdır.
1.3.ASIL ADI
Asıl isminin Gevheri tabiridir. “Mustafa ismim” mısraından Mustafa, son yıllarda yapılan bazı araştırmalara göre de Mehmed olduğu iddia edilmiştir. Bazı araştırmacılar ise asıl adının Mustafa olduğunu kabul ederken eserlerde geçen Mehmed’in de Gevheri olduğunu söylerler. “Sadeddin Nüzhet (Ergun)’ın yayınladığı ve bizim de eski bir cönkte gördüğümüz aynı koşmada adı Mustafa olarak geçen Gevheri merhum Cahit Öztelli’nin Çorum İl Halk Kütüphanesi’ndeki Divandan kitabına aldığı, Bursa (İnebey Medresesi nu 287) ve elimizdeki Fılat (339-b) mecmualarında kayıtlı başka bir şiirde:
“Gevheri mahrem-i aşkındır ebed
Çektiğim hicrana yokturur aded
Bir garip kulundur kemter Mehemmed
Kurban ol der isen ferman senindir”
Mehmed şeklinde zikredilmektedir. Birinci isim olan Mustafa’yı şiiri yazan ikinci bir şair ortaya çıkmadığı takdirde tamamen reddetmek bizce mümkün değildir. Bu isim, yaradılışı anlatan bir manzume içinde geçmektedir. Şairin şuuru altına yerleşmiş ve sonradan kullanmadığı bir göbek adı da olabilir. Bugün için üç değerli yazmadan hareketle şairin adının Mehmed olduğu büyük bir ihtimalle kabul etmek lazımdır.” der Şükrü Elçin. Yine onun bazı şiirlerinden hareket eden bazı araştırmacılar, örneğin Orhan Yavuz şairin adının Ali olabileceği ihtimali üzerinde de durmuştur. Yaşadığı dönem muallâkta olan bu şairin asıl adının ne olduğu hususunda kesin ve net olan tam bir belge elimizde olmasa da şair üzerine yapılan birçok araştırmadan adının “Mehmet” olması kuvvetli bir ihtimaldir.
1.4 YAŞADIĞI YER, DÖNEM VE ŞAİRİN HAYATI
Birçok araştırmacının ortak kararına göre Gevheri; IV. Mehmed, I. Süleyman, II. Ahmet ve II. Mustafa devrinde yaşamıştır. Tameşvarlı İbrahim Naimeddin Hadikatü’ş- Şühedâ adlı eserinde Gevheri’nin şiirlerinin 1714’lerde serhadlerde söylenmekte olduğunu kaydetmektedir. Müstâkimzâde ise ünlü eseri Tuhfe-i Hattatîn’de onun şair ve hattat Mehmed Bahri Paşa (öl. 1700)’nın divan kâtibi olduğunu kaydetmektedir. Ayrıca daha önce de bahsettiğimiz Kırım Hanı Selim Giray’ın İstanbul’da olma tarihi de şairin yaşadığı dönemi belirtir. Hoca Emin adlı bir yazarın Menâkıb-ı Kethüdâzâde Mehmet Arif Hazretleri adlı eserinde dikkate değer bir not vardır. İstanbul’da, Fener semtinde, bir Yahudi meyhanesinde “……… ve iskemlelerin üzerinde bilâârâm bir beyti Âşık Ömer ve bir beyti Gevheri söyler ve karşılarında dahi kâtipler o beyitlerden hiç birini zâyi itmeyüp heman kayd iderler.” Cümlelerinden anlaşılacağı üzere iki âşık da İstanbul da yaşamıştır. Gevheri bir semâyisinde Üsküdar’dan bahseder: “Üsküdarın altı yalı
Neyleyim dünyada malı
Dedim dilber bir şeftali
Dedi cânım baş üstüne”
der. O Müstakimzâde Sa’deddin Efendi’nin yazdığına göre IV. Mehmed ve II. Mustafa devri şair ve hattâtı Mehmed Bahri Paşa’nın Divan kâtipliğini yapmıştır. Bu görevi üstlenebilecek kadar bilgili ve eğitimli olduğu sanılmaktadır. Devrinin birçok âşığından ayıran özelliği de budur zaten. Çorum yazmasında görülen şu:
“Hacı Bektaş Veli benim pirimdir
Âsmâna çıkan benim zârımdır
Benim kimsem yoktur Mevlâ kerimdir
Nasibimse gelür Hind’den Yemen’den”
Dörtlükten hayatta tutunacak bir dalı olmadığını ve belki de evlenmediğini tahmin edebiliriz. Çeşitli memuriyetliklerde bulunmuştur. Bu memuriyetle eski şehir ve vilayetlerimize Şam’a ve Bağdad’a giderken İstanbul’u ve gurbete çıkışını: “Felek yad illere düşürdü beni
Gurbet diyarına döndürdü yüzü
İslambol illeri elveda sizi
Kalsın seyregâhım olan bağlar”
Mısralarıyla anlatır. Ancak bir amirine karşı iğbirar duyduğunu ve hayatının sıkıntılar içinde geçtiğini şu:
“Haracı kesilmiş sekbana döndük
Mürüvvetsiz paşanın kulu böyle olur.”
Dizelerden anlıyoruz. Şairin hayatının büyük çoğunluğu İstanbul’da geçer. Ama Arabistan’da da bulunmuştur. Rumeli serhadlerinde ve bilhasaa Eğre’de (belki ordu hizmetinde) bulunduğu şiirlerinden anlaşılmaktadır. Eşref Ertekin’in yayınladığı Çorum yazmasında mevcut IV. Mehmed’in Avusturya seferleri ile ilgili iki manzumenin İstanbul’da kaleme alınmış olması ihtimaldir. Gevheri’nin biri Köprülü Ahmet Fazıl Paşa’nın Uyvar seferi üzerine; diğeri Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın Viyana seferi üzerine söylenmiş olduğu iki şiiri vardır. Bu şiirlerden, âşığın kendisinin de bu seferlere katıldığı çıkartılmaktadır. Şükrü Elçin ise bu iki manzumeye bakara şairin harbe iştirak ettiğini söylemek yanlıştır. Söz konusu iki manzume:
Birinci şiir:
“Hak nasip iderse Nemçe üstüne
Kalkup sefer idüp göçmek isteriz
Tigler açup âduların kasdına
Ömür harmanların biçmek isteriz”
bu dizelerde Gevheri’nin savaşa katıldığına dair bir ipucu yoktur. Sadece harbe girilip zaferin kazanılması temennisinde bulunmaktadır.
İkinci şiir:
“Gazi Mehemmed Han gaza kasdına
Cem’etti kulların bir divân oldu
Hazırlanup herkes Nemçe üstüne
Devr-i İskender’den bir nişan oldu”
Dörtlüğü ile başlayanında ise harp hazırlığının tamamlandığına işarettir. Yani sefere katılmamıştır. Gevheri ile ilgili öncekilerden farklı bazı bilgiler Nihad M. Çetin tarafından ortaya atılmıştır. Çetin, Gevheri’nin Amasya’nın Gümüş kasabasında bulunan gümüş madeninde maden eminliği görevini yürüttüğünü, yakın zamana kadar şairin Saray adını taşıyan konağının Amasya’nın Gümüşhacıköy ilçesinde bulunduğunu ve kendi annesi tarafından dedesi Gevherizâde Abdülvvehâb Efendi’nin Gevheri’nin torunu olduğunu söylemektedir. Ayrıca Gevheri’nin adının kesin olarak Mustafa olduğunu ileri süren Çetin, şairin divânının dedesi Abdülvvehâb Efendi’ye intikal ettiğini; ancak daha sonra Sivas’ta satıldığını belirterek birinde Gevheri adının 1260 (1844) tarihinin yer aldığım üç mührün de klişelerini yayımlamıştır. Ancak 1260 tarihini taşıyan mührün XVIII. Yüzyılın ilk yarısında öldüğü kabul edilen Gevheri’ye ait olması mümkün değildir. Bu bilgiler ikinci bir Gevheri’nin varlığını düşündürecek mahiyettedir. Gezgin bir saz şairi değildir. Ancak belirli görevler dâhilinde İstanbul dışına çıkmıştır. Ümmi bir şair olmayıp Divan küttaplığı yapacak kadar okuma yazma bildiği sanılır. Kendisinin de bir şiirde:
“Çok divan okudum mehdini yazdım
Sana meyl edeli cihandan bezdim”
Demesine bakılırsa Gevheri’nin okumakla yazmakla az çok alakası vardır. Her tarzda en az bir denemesi olan Gevheri’nin hayatı üzerene pek bir bilgi olmadığı için onun hayatıyla ilgili en muhtemel kesin bilgi okumuş bir şair olduğu konusudur.
2. SANATI
2.1.EDEBİ KİŞİLİĞİ VE ŞAİRLİĞİ
Gevheri hece vezninin yanında aruzla da pek çok şiirler yazmıştır. Bunlar arasında divanları ve müstezadları oldukça fazladır. Şiirlerinde iyi bir eğitim gördüğü anlaşılır. Kendisini aydın çevrelere kabul ettirmiş, bazı şiirleri tezkirelere alınmıştır. Hece ve arûz ile yazdığı şiirler arasında hece şiirleri başarılı görülmüştür. Arûz vezniyle yazdığı şiirler devrin modasına uymak için kaleme alınmışlardır. Hatta saz şairleri ise onu en büyük üç dört ustadan biri diye saymışlardır. Böylece iki kültürlü iki üsluplu olan Gevheri’nin şiirleri, birbirinden oldukça uzak iki tarz içinde toplanabilir:
a) Divan tarzında yazdığı divanlar, müstezadlar ve birkaç semai
b) Saz şairleri tarzında koşma, türkü, türkmani ve tecnis vs. Devrinde yetişen birçok değerli sanatçı olmasına rağmen o adını duyurmayı başarmış bir sanatkârdır. Âşık Ömer ve Karacaoğlan ile birlikte görüldüğü rivayet edilir. XVII. yüzyılın ikinci yarısından XX. Yüzyılın başlarına kadar Anadolu, Rumeli ve Azerbaycan’da sevilerek okunmuş, çeşitli mecmualarda ve cönklerde yer almıştır. Gevheri çok söylemiş veya yazmış velûd bir lirik şairdir. O da meslekdaşları gibi ananenin getirdiği vezin, şekil ve kafiye gibi nazmın dış unsurlarını kullanarak eserler vermiştir. Serhadlarda bulunduğu sırada yazdığı şiirlerde gazilere hitap etmesi “bre” “be” diye başlayan pervasız söyleyişleri, yiğitlik hakkında övgüleri, sevgilisini bir kaleye benzetmesinden dolayı bir ordu şairi olabileceği düşünülmektedir. Gezgin değildir zaman zaman resmî görevleri sebebiyle İstanbul dışına çıktığı şiirlerinden anlaşılır. Gevheri şiirlerinde süratli, kontrolsüz ve kolay yazmaktan ileri geldiği tahmin edilen kusurlara sık sık rastlanılmaktadır. Kafiyelerin zayıf oluşu, durak hataları, ölçünün tam şekil edilemeyişi bu hataların başlıcalarındandır. Bunların bir kısmının müstensihlerden kaynaklandığı kabul edilirse dahi çoğunun şaire ait olduğu muhakkaktır. Hece vezniyle yazdığı şiirler, çağdaşı olan Karacaoğlan ve Âşık Ömer’in şiirleriyle karşılaştırıldığında bu durum daha açık bir şekilde görülür. Aynı konuları tekrar edişi de Gevheri’nin bir diğer zayıf yönü olmuştur. Toplumsal konulara oldukça az yer veren şair, aşk ve sevgili konularını fazla işlemekten tekrara düşmüş, bunun sonucu pek çok şiirlerinde aynı söyleyişe yer vermiştir. Bu husus divan şairlerinin halk şiirini hafife alarak tenkit etmelerine zemin hazırlamıştır. Eleştirilen bir diğer yönü ise arûzu layıkıyla yapamayışıdır. Divan şairlerini taklit özentisi bulunan Gevheri, yeni ve kuvvetli bir şahsiyet gösterememiştir. Tersine, öz duyuşlarında ve halk zevkinden hayli uzaklaşarak şiirinin cevherini bozmuştur. Üstelik aruzlu şiirlerinde bol kullandığı yabancı söz ve tamlamaları bazen hece şiirlerine de karıştırmıştır.
2.2 GEVHERİ ŞİİRLERİNDE ŞEKİL, ÜSLUP VE ŞİİRLERİNİN DİLİ
Gevheri’nin koşma ve semailerinde o dönemdeki Türkçenin zenginlik ve incelikleri görülürken aruzla yazdığı eserlerde dilinin aynı derecede zengin olduğu söylenemez. Onun şair kişiliğinin daha çok âşık tarzı şiirlerinde görüldüğü söylenebilir. Üst zümre şairlerinin dil, üslup ve mazmunlarına heveslenerek o yolda birçok şiirler yazmıştır. Halk şairlerinin fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün vezniyle yazdıkları Divanlar üst zümre şairlerininkinin aksine şiirlerinin toplandığı kitap değil fakat bir çeşit nazım şekli ve tarzıdır. Yani bir tek şiire divan denilmektedir. Bu şiirler asıl divan şiirindeki nazım şekillerinden murabbaları andırmaktadır. Bunlar bestelenmek üzere yazılmış parçalardır. 16. ve 17. Yüzyılın bazı halk şairleri ile birlikte bilhassa Gevheri ve Âşık Ömer birçok divan yazmışlardır.
Gevheri şüphesiz, asıl gücünü, heceyle söylediği şiirlerde göstermektedir. Bunlardaki zevkli konuşma Türkçesi halktan alınmış hayaller, deyişler, mecazlar ve duyuşlarla örülerek çarpıcı şiirler meydana getirmişlerdir. Sözgelişi, sevgilisini en eski Türk şiirlerinde ve özellikle Dede Korkut’ta görüldüğü gibi “kaz” ve “kuğu” ya benzettiği olur. Dili son dönem şiirlerinde oldukça ağırlaşıp klasik edebiyatımızın, o yüzyıllardaki bütün dil hususiyetlerini göstermektedir. “Andelib-i bağ-ı hüsnün, mâil-i ruhsârının” veye “Sun’-i Üstad-ı ezel veznindedir ilme’l –Yakin” gibi mısralarında eklerin dışında Türkçe unsun yoktur. Birçok araştırmacı Gevheri’nin dilinin ağır olduğu hususunda ortak görüşlüdür. Buna karşılık bazı kaynaklarda da Gevher’inin sade bir dil kullandığı belirtilmektedir. Örneğin Naim Alkan’a göre: Şiirlerinde arı bir dil kullanmış ve Divan edebiyatının etkisinden oldukça uzak kalmıştır. Şiirlerini yazarken diğer saz şairleri gibi gelenekten faydalanan Gevheri vezin, kafiye ve şekil gibi dış unsurlardan ustaca faydalanmış, gördüğü eğitimin de etkisiyle şiirlerinde yazı diline oldukça yaklaşan, çağdaşı saz şairlerine göre ağır sayılabilecek bir Türkçe kullanmıştır. Koşma ve semâilerinde o dönemdeki halk Türkçesinin zenginlik ve incelikleri görülürken aruzla yazdığı divan, kalenderî, gazel ve müstezadlarında dilinin aynı derecede zengin olduğu söylenemez. Onun şiirlerinde görülen terkipler, yaşadığı dönemdeki diğer halk şairlerinde olduğu gibi divan edebiyatının etkisinde kalmasından ileri gelmektedir. Bu etki şairin sık sık kullandığı teşbih ve mecazlarda da kendini gösterir. Ancak divan edebiyatı nazım şekilleriyle yazmış olan diğer halk şairleri gibi Gevheri’nin şair kişiliğini de daha çok âşık tarzı şiirlerinde aramak gerekir.
Onun dili gördüğü İslami öğrenimle Divan şiirinin tesirini aksettiren yazı dileine yaklaşmış bir halk Türkçesidir. Bu Türkçeyi, muhtelif tür adları ile hece veznini 11’lisi ile yazdığı koşmalarda, 8’li ile vücuda getirdiği semailerde zengin bir kelime hazinesi ile ortaya koymuştur. Onun zaman zaman kullandığı ikizli- üçüzlü tamlamaları devrinin bazı halk şairleri için de söyleneceği gibi divan edebiyatı tesirinde aramak lazımdır. Bu tesiri bol bol kullandığı teşbih ve mecazlarda görebiliriz. Hece ile koşmalarında ise:
“Bülbül ne yatarsın yaz bahar oldu
Çağrışup ötmenin zamanı geldi
Serviler yeşerdi çiçekler doldu
Cana can katmanın zamanı geldi
Benim yarim yanakları allıdır
Ak elleri deste deste güllüdür
Dertli olan bakışından bellidir
Her derdi atmanın zamanı geldi
Firkatle ağlayup şevkle gülünce
Gözümden dökülen yaşı silince
Bir dilberin elin ele alınca
Yaylaya çıkmanın zamanı geldi
Aşık Gevheri de gider dostuna
Gidi rakiplerin bize kastı ne
Evvelbahar çayır çemen üstüne
Sarılıp yatmanın zamanı geldi”
Örneğinde görüldüğü gibi hem 6-5 hem 4-4-3 duraklarıyla kullanılan 11’li koşma vezni; an’anevi yarım kafiyeler halk dili ve tabiat güzellikleriyle aşk duygularını kaynaştıran, tam âşık ağzı söyleyişler de vardır. Gevheri’nin kendi adında bir müzik makamı vardır. Birçok şiirnde makamları bilerek kullanan şairin bestelenmiş şiirleri Klasik Türk musikisi ve halk musikisi repertuarı içinde yer almaktadır. Bunlar arasında Alâeddin Yavaşça tarafından şarkı formunda ve mâhur makamında bestelenen “Elâ gözlü nazlı dilber” mısraı ile başlayan koşması ile yine aynı formda Ahmet Çağan’ın rast makamında bestelediği ” Ey benim nazlı cânânım” mısraı ile başlayan bir diğer koşması zikredilebilir.
Gevheri’nin hece vezniyle yazdığı şiirlerinin tamamını koşmalar ve semailer oluşturmaktadır. Şair bu şiirlerine göre büyük bir yekûn tutmayan ve divan edebiyatı şairlerine özenme sonucu aruz vezniyle de divan, gazel, semai, kalanderi ve müstezad nazım biçimleriyle şiirler yazmıştır. 2.3. GEVHERİ ŞİİRLERİNDE KONU
Sosyal meselelerden ziyade ferdi duygularını dile getirir. Tasavvufi konulara pek girmemiştir. Daha çok âşıkane duygularla söylenmiş şiirleriyle tanıdığımız Gevheri, devrinin içtimai hayatı ve cemiyet davalarıyla fazla alakalı değildir. Bu şair umumiyetle gazel söyleyen divan şairlerine muvâzî bir yol tutturmuştur. Şiirlerinde kendi hayat hikâyesi hakkında yeter bilgi elde edilemeyişi de bundandır. Bir iki şiiri dışında sosyal konulara pek yer vermeyen Gevheri’nin şiirlerindeki en önemli tema aşktır. Bu ana tema içinde sevgili, rakip, ayrılık, kader ve çile önemli bir yer tutar. Şiirlerinde sevgi başta olmak üzere hasret, ayrılık ve gurbet gibi konuları işlemiştir. Bazı şiirleri tarihi hadiselerle içiçedir. Onlar arasında 1663 ve 1689 Avusturya seferleri için söylediği şiirleri sayabiliriz. Bazı şiirlerinde ise yer yer devrini hicvetmektedir. Gevheri’nin şiirlerinden anlaşılacağı üzere hür düşünceli ve taassuba karşı bir dindar olduğu anlaşılır. Sadeddin Nüzhet’in :
“Gevheri eylemiş Hakk’a itâat
İtâat edene olsun beşaret
Hacı Beştaş Veli gibi sâhib- kerâmet
Erkânımız vardır pirsiz değiliz”
Ve Köprülü’nün yaynladığı:
“Hasretinle urdum sineme taşı
Yoluna terk ettim can ile başı
Varup yaslanayım Hacı Beştaşı
Abdalın olayım çullar içinde”
Dörtlüklere bakarak Köprülü’nün araştırmasında “ekseri saz şairleri gibi Hacı Bektaş Veli’ye intisabı vardı. Fakat onun ehlisünnet akidelerinden ayrılabileceğini gösteren hiçbir parçasına tesadüf edemedik.” Cümlelerinde gerçek payı bulunmasına rağmen Gevheri’yi nakl ettiğimiz iki metnin ışığında Bektaşi’den ziyade Bektaşi muhibbi saymak bize daha uygun görünür. Bir şiirinde Hz. Muhammed’den sonra Ebu Bekir’i zikretmesi onun akidesine bir delildir.
Gevheri de her âşık gibi bir güzele vurgundur. Sevgiliye kavuşmak onun başlıca emelidir. Fakat sevgiliye ulaşmak kolay olmaz, sevgili, ona birçok engeller çıkarır. Bu engellerden biri rakip ise diğeri zamanı pençesine almış olan ayrılıktır. Her iki engel ve mesafe sevgilinin vefasızlığı, cefası, merhametsizliği ile birleşince çaresizlik şairi kader gibi kovalar, yaklaştığı zaman kaçan sevgiliden rakipten, zamandan ve felekten şikâyete başlar onu bunalıma sürükleyen bu talihsizlik ve çile bir türlü bitmez. Şair maddi ve manevi yorgunluk içerisinde bulunmasına rağmen hayatının sonuna kadar yazdığı şiirlerinde bir iksir saydığı aşkın peşinde ebedi güzelliğe doğru koşar. Şu dörtlük onun estetiğini, varmak istediği ideali anlatmaktadır:
“Şukufe olmayan bağa girmeziz
Hazânı var imiş gülü dermeziz
Değme bir güzele gönül vermeziz
Dilberin hüsnünde ân isteriz biz”
Gevheri, tek tema etrafında şiir söylemenin güçlüklerini yenerek bir “ışık güzel” i aramış şairdir. Bu hususta ele alırsak şairimizin mistik konulara hiç değinmemiş dememiz imkansız olur. Nitekim yapılan bir araştırmada Gevheri’nin şu:
“Dünya kadar isyan eyledim ise
Sana kerem düşer neyledim ise
Sehven kusur idüp söyledim ise
Hazret-i Hak belamı versin benim”
Gevheri 276
Dizesiznde Allah(cc), Rahman (Bütün mahlukatına, inana, inanmayana merhamet edip nimetlendiren) ve Rahîm ( Allah’ın inanan kullarına hususî rahmeti) dir. Gevheri bu dörtlükte Rahman ve Rahîm olan Allah’a sığınarak, günah işlemenin verdiği şuçlulukla Yaradan’dan cezasını vermesini istiyor. Dörtlükte Hak, Allah anlamındadır. Onun Bektaşi muhibbi olma sebeplerinden biri de şüphesiz Hz. Ali’ye duyduğu sevgidir. Şu dizelerinde de bunu dile getirir:
“Bunca demdir derd-i aşkın bendedir
Ol sebepten sana gönlüm bendedir
Hasta cânım leblerinden em diler
Gel Ali’m gel derde derman sendedir
Gevheri 900
Gevherî bu dörtlükte uzun bir zamandır aşk derdine müptelâ olduğunu söylüyor. Bu aşk onu kul köle haline getirmiştir. Âşığın istediği de sevgili karşısında bu hale gelmektir. Âşığa can bağışlayan her türlü meziyet ve ilaç dudakta (leb) mevcuttur. Dudağın sohbetini duyan âşık canlanır çünkü dudakta sırlar gizlidir. (Aşkın sırrı), Aşık o sırra ulaşmak ister. Bektâşîlere göre Kuran’ın bâtın anlamını en güzel şekilde yorumlayabilen ve en bilge kişi Hz. Ali’dir. Onun sohbeti âşığa can verir. “Hasta olmayan vücutta hayır olmaz” hadisinden hareketle, Gevherî bu dizelerde hastalığını dile getirmiş ve derman olarak Hz. Ali’yi göstermiştir.
2.4. GEVHERİ’NİN ETKİLENDİĞİ İSİMLER VE ETKİLEDİKLERİ
Gevheri’nin, Divan tarzı şiirlerinde Fuzuli’nin, hece şiirlerinde ise 17. Yüzyıl başlarında yaşamış olan Kuloğlu’nun izleri görülmektedir. Onlar gibi aşk ve gurbet acısından ve sevgilinin cefasından çok yakınmıştır. Divan edebiyatçıları arasında eserlerine yer verilen Gevheri Kâtibi’nin talebeleri ve takipçilerindendir. Enderun cündilerince de bilinen Gevheri’nin şiirlerini Harabat Mukaddimesinde Ziya Paşa çocukluğunda okuduğunu hikâye eder. Çağdaşları üzerinde olduğu gibi XIX. Yy. sonuna kadar yetişen âşıklar üzerinde etkisi vardır. Şiirlerine pek çok nazireler söylenmiştir. Bu geniş etki divan şairlerinin de dikkatini çekmiş, hatta bazıları onu kıskanmaktan kendilerini alamamışlar, hakkında hicivler yazmışlardır. Sünbülbülzâde Vehbî’nin “Sühan” kasidesinde, şairliklerinden şikâyet yollu da olsa, âşık Ömer ile Gevheri’nin adları vardır.
“İktidâ eylediler meslek-i âşık Ömer’e
Aşk u şevk ile nice kafiye-cûyâ-yı suhan
Gevherî güftesine döndü bu günlerde meded
Gevher-î nadire-î lü’lü-i lâlâ-yı suhan”
gibi. XIX. Asırda Hekimbaşı Behçet Efendi’nin, şair İzzet Molla ağzından:
“Sana nisbetle Gevherî şair
Şenferâ vü ferezdak olmuştur
İzzetâ eski kırdığın camlar
Değişip şimdi bardak olmuştur”
gibi, lafife yollu bir kıt’a yazması da şairimizin yüksek zümre şairleri arasında hala anıldığını gösteririr.
3. ESERLERİ
Bugüne kadar 550’den fazla şiiri yayımlanmıştır. “Divançe” si ilk olarak S. Nüzhet Ergun tarafından yayımlanmıştır (TDEA, 1979:333)
4. GEVHERİ ÜZERİNE YAPILAN ÇALIŞMALAR
Gevheri’nin şiirleri üzerinde başta Fuad Köprülü olmak üzere Sadettin Nüzhet Ergun ve Mehmet Halit Bayrı gibi birçok derleyici çalışmış ve pek çok şiiri ortaya çıkarılmıştır. Hasan Eren, bir cönkte Gevheri’nin 300 kadar şiirinin bulunduğunu söylemektedir( TDI. , IX/97, s. 7). Gevheri hakkında en kapsamlı çalışmayı Şükrü Elçin Gevheri Divânı-İnceleme-Metin-Dizin-Bibliyografya adlı eseriyle yapmıştır. (Ankara 1984). Burada şairin hayatı ve sanatı hakkında geniş bilgi verilmiş, daha önce yapılan çalışmalar da göz önünde bulundurularak birçok yazma mecmua ve cönk karşılaştırılarak onun hece ve aruz vezniyle yazdığı 979 şiiri yayımlanmıştır. Gevheri üzerindeki en son çalışmayı ise Burhan Kaçar hazırladığı doktora teziyle gerçekleştirmiştir.
5. ŞİRLERİNDEN BİR KAÇ ÖRNEK VE ŞİİR TAHLİLİ
Öncelikle birkaç dörtlük inceledikten sonra şiirlerinden örnek vermek gerekirse;
“Bunca dem sakladım dilde yaranı
Hiç mesrur etmedim ben âvâreni
Gel yeter ağlatma bu biçâreni
Aman hey Yusuf-ı sabib – zaman hey”
Gevheri bu dörtlükte pirine seslenerek; “Bunca zamandır yaranı gönlümde sakladım, beni hiç mutlu etmedin; yeter artık gel bu çaresizi, deliyi ağlatma” diyor. Son mısrada ise Hz. Yakub’un oğlu Yusuf için ağlaması ile bağlantı kurarak; Hz. Yusuf’a telmihte bulunuyor.
“Ben senin aşkından oldum alîl
Bendeni istersin daima zelil
Makta-i aşkında katoldu bu dil
Lokman olsa bana itmez çareler”
Aşık sevgilinin derdiyle sürekli hasta olmaktadır. Zira aşığın gönlü sevgilinin aşığa olan sevgisini kestiği yerde katlolmuştur. Bu çekilmez derde, her derdin devasını bulan Lokman hekim bile gelse çare bulamayacaktır. Dörtlükte Lokman, her derde deva bulan doktor anlamında kullanılmıştır.
“Nice oldu evliyâlar kanı on iki imam
Melekü’l mevt anların destine sundu dolu câm
Cürm-isyânım olup ağlayub gezdim subh u şâm
Gevheri der ol ecilden iki dîdem damladı”
Gevherî insanın başına mutlaka gelecek olan ölüm gerçeğinden bahsetmektedir. Nerede on evliyalar, on iki imam, Azrail hepsinin eline dolu bir kadeh sundur. Bu kadeh ecel şerbetidir. Aslında Azrail insanın canını alırken insana başka bir can sunmaktadır. Gevherî’ye göre bu durum evliyalar ve on iki imam için de geçerlidir. “Nice oldu evliyalar kanı on iki imam derken onların da mutlaka bir gün öleceğini, “her nefis ölümü tadacaktır” veya Azrail’in onlar için bir hayat bağışlayacağını kastetmiş olabilir. Çünkü ölüm sadece cesedin kaybolmasıdır. Ama ruh ebedîdir. Mevlana ölüm gününü nasıl şeb-i arûz (düğün gecesi) olarak tanımlamışsa Azrail’in kadeh içinde sunduğu aşk meyi de olabilir. Onu içenler sonsuz güzelliğe kavuşacaklardır. Ayrıca Gevherî son iki mısrada ise,suçum günahım çok,sabah akşam bu şekilde ağlayarak dolaştım, ecel kapıma gelince de gözümde iki damla yaş olacak, yaptıklarımın cezasını çekeceğim diyor.
“Hasretinle vurdum sineme taşı
Yoluna terk ettim can ile başı
Varıp yaslanayım Hacı Bektaş’ı
Abdalın olayım çullar içinde”
Gevheri bu dörtlükte Hacı Bektaşi Veli’nin kapısına kul olmayı istemektedir.”Varıp yaslanayım Hacı Bektaş’ı” mısrasında, varıp yaslanmak tarikata girme isteğini belirtir. Allah’a kulluk yapmaya yönelmek anlamındadır. Şeyh sultan, mürit ise kuldur. Gevheri bu dizede kendine sultan olarak Hacı Bektaş’ı seçtiğini söylüyor. Kendi halini ise ”Abdalın olayım çullar içinde” mısrasında anlatmıştır. İşte bu amaçla Gevherî, ruhunu ve bedenini bu yolda terk ettiğini yani derviş olduğunu söylüyor. Bu dörtlükte can; derviş anlamındadır.
Mecnun'a dönmüşüm bilmem gezdiğim
Dağlar mıdır sahra mıdır yol mudur
Dostumun bağına girip dizdiğim
Lale midir sümbül müdür gül müdür
Aşk değil mi beni derde düşüren
Ferhad gibi yüce dağlar aşıran
Yari böyle benden ayrı düşüren
Adu mudur engel midir el midir
Kamil olan belli olur söz ilen
Al yanağa çifte benler dizilen
Mah yüzüne bölük, bölük yazılan
Kakül müdür zülüf müdür tel midir
Gevheri der bulmam kimsede vefa
Dost diye sevdiğim etti kim sefa
Hubların aşıka ettiği cefa
Kanun mudur erkan mıdır yol mudur
Şiirini ele alırsak şiirin nazım birimi, dörtlük; vezni, hece(6+5, 4+4+3)dir. Bu şiirde şair sorular sorarak yani istifham sanatını kullanırken şiire ahenk katmıştır. Sevgilisinden ayrı düşen bir âşık vardır. Bu ayrılığı içine sindiremeyen âşık sorular sormaya başlar kendine: “Yari böyle benden ayrı düşüren/Adu mudur engel midir el midir” diye sorarak cevap almaya çalışır. Sevdiğini ararken ona çağrıda bulunur kamil adam sözünden bellidir ben seni seviyorum der bunu sevgilisinin görmesini ister. Gevheri’nin kendine has olan memnuniyetsizlik son dörtlükte aşikârdır. Kimse de vefa olmadığını, sevgilinin bu yaptıklarının reva olmadığını söyler. İlk dörtlükte “m” sesi çoğunluktadır. Çünkü bir mecnunluk bir düşmüşlük vardır. İkinci dörtlükteki “ş” sesinin çoğunluğu ise yine anlamla alakalıdır. Gevheri sevdiğinden ayrıdır ve onu ayıranın kim olduğunu bilmez herkes susmuştur. “şşşşşşşşşşş” yapar gibi. Bunun gibi aliterasyonlarla anlamla sözcükler arasında ustaca bir bağ kurmaya çalışmıştır. Birçok kafiye hatası olup genellikle yarım kafiye kullanılmıştır.
Bu gün ben bir bağa girdim
Ne bağ duydu ne bağbancı
Gülün şeftalisin derdim
Ne bağ duydu ne bağbancı
Bağın duvarından aştım
Kırmızı gülüne koştum
Öptüm sardım helallaştım
Ne bağ duydu ne bağbancı
Bağın kapusunu açtım
Sanasın cennete düştüm
Doldurdum badesin içtim
Ne bağ duydu ne bağbancı
Seherin tan yeri attı
Bülbül elvan elvan attı
Gevheri yükünü tuttu
Ne bağ duydu ne bağbancı
Yukarıda dört dörtlükten oluşan semaî 8 ‘li hece ölçüsüyle yazılıp ilk dörtlükteki”r” sesi yarım kafiyedir. İkinci dörtlükteki “ş” sesi yarım kafiyedir. Üçüncü dörtlükteki “ç”sesi yarım kafiyedir. Son dörtlükteki “t” sesi de yarım kafiyedir. Bestelenen bir şiir olup içindeki ses ahengine de bakılırsa bestelenmek için yazıldığı belli olan bir şiirdir. Bir sevgili görüp ona aşık olan Gevheri bize bu şiiri ile çağdaşı olan “Karacaoğlan”ı hatırlatmaktadır. Bugün ben bir güzel gördüm, bugün ben bir hub gördüm gibi kalıp sözcüklerle başlayan birçok şiiri vardır. O dönem şairlerinde görülen birçok mazmunu da içinde barındıran bu şiir bize Gevheri’nin sanat anlayışını büyük çoğunlukla yansıtır.
Ah elinden zülf-i kemendim benim
Müjen urdu sinem yaralandı gel
Güzel başın içün ağlatma beni
Dilber gam başımdan aralandı gel
Gamdan hasar oldu mekanım yurdum
İşidüp avazım dinlemez virdim
Bir değil beş değil on değil derdim
Yaralar baş verdi sıralandı gel
Aceb gafil midir gelür mü Leyla
Bu gam bu kasavet kalur mu böyle
Çok tuz ekmek yedik gel helal eyle
Bu garibin gönlü zarelendi gel
Gevheri yar gelür haftada ayda
Sevüp ayrılması vermeyor fayda
Başım yastıktadır gözlerim yolda
Gözümün beyazı karalandı gel Bu şiirde ise Gevheri’nin dilinin ağır olması hususundaki ayrıntıları görmekteyiz. “zülf-i kemendim ,Müjen,kasave,gafil,gönlü zarelendi “ gibi döneminin halk edebiyatçılarına oranla gayet ağır bir dili olduğu gözlemlenir. Onun bu kelimeleri ile aslında özenti olarak kullandığını vezin, şekil ve kafiye unsurları açısından halk edebiyatından ayrılmadığını görürüz.
DİĞER ÖRNEKLER
Şunda bir güzele gönül düşürdüm
Öpmeli kocmalı değmeli değil
Aşkın deryasını boydan aşırdım
Karadır gözleri sürmeli değil
Dilber senin ile yiyüp içmedim
Yiyüp içüp ak göğsünü açmadım
Fırsat elde iken bel in koçmadım
Beni öldürmeli döğmeli değil
Dilber haram olup yola durmuşsun
CeIlad olup cana başa kıymışsın
Kuzum bu gün al hareler giymişsin
Göğsü sıra sıra düğmeli değil
Gevheri der yola durur varırlar
Adam öldürürler kana girerler
Çok güzeller gördüm zekat verirler
Zekatsız dilberi sevmeli değil
Dost bağının meyveleri erişti
Ayva benim alma benim nar benim
Çeşmim yaşı ummanlara karıştı
Cefakarım sitemkarım var benim
Yedi derya boz-bulanık selinden
Halk-ı alem aciz kaldı dilimden
Ben bülbülüm ayrı düştüm gülümden
Efgan benim matem benim zar benim
Mail oldum kisvesine tacına
Bend olmuşum siyah zülfü ucuna
Mansur gibi asılırım saçına
Kakül benim, perçem benim dar benim
Gevheri der kime gönül katayım
Gevherimi nadanlara satayım
Dost bağında bülbül gibi öteyim
Gülşen benim güller benim har benim
Ela gözlü nazlı dilber
Seni kandan sakınurum
Kandan değil hey efendim
Seni candan sakınurum
O yana bu yana bakma
Beni ateşlere yakma
Elini koynuna sokma
Seni senden sakınurum
Gevheri der ben bir merdim
Yüreğimden çıkmaz derdim
Sen bir kuzu ben bir kurdum
Seni benden sakınurum
KAYNAKÇA
1. ALBAYRAK, Nurettin, Gevheri, Timaş Yayınları, İstanbul, 1998
2. ALKAN, Naim, Türk Halk Edebiyatı, Yargıçoğlu Matbaası, Ankara, 1973
3. ARTUN, Erman, Âşıklık Geleneği ve âşık Edebiyatı, Akçağ Yayınları, Ankara, 2011
4. BANARLI, Nihad Sami, Resimli Türk Edebiyat Tarihi, Cilt-2, M.E. B, İstanbul, 2001
5. BORATAV, Pertev Naili- FIRATLI Halil Vedat, İzahlı Halk Şiiri Antolojisi, İstanbul, 2000
6. Büyük Türk Klasikleri, Ötüken-Söğüt, Cilt-6, İstanbul,1987
7. ÇABUK Feriha, 17. yy Âşıklarından Gevheri, Kayıkçı Kul Mustafa, Âşık Ömer, Karacaoğlan ve Ercişliİ Emrah’ın Şiirlerinde Mistik Unsurlar, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2007
8. ELÇİN, Şükrü, Gevheri, Kültür ve Turism Bakanlığı Yayınları, Türk Büyükleri Dizisi:49, Ankara, 1937
10. KABAKLI, Ahmet, Türk Edebiyatında Devirler, Cilt-2
11. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Cilt-3, Dergah Yayınları, İstanbul, 1979
12. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt-14, Diyanet Vakfı Neşriyat, İstanbul, 1996
Çabuk Feriha, 17. yy Âşıklarından Gevheri, Kayıkçı Kul Mustafa, Âşık Ömer, Karacaoğlan ve Ercişliİ Emrah’ın Şiirlerinde Mistik Unsurlar, Yüksek Lisans Tezi, sayfa 41, Ankara 2077